Metin; Rana Öztürk

Bu metin 13 Kasım — 12 Aralık 2015 tarihleri arasında Dirimart
tarafından düzenlenen Özlem Günyol & Mustafa Kunt sergisine
istinaden yayınlanana kitapçık için yazılmıştır.

HABERLER VE  EYLEMLER FORMLARA DÖNÜŞÜRKEN

Türkiye’de sürekli yeni bir olayın gündemde öne çıkmasıyla sorunların, tartışmaların iç içe geçtiği, unutulduğu ya da değersizleştiği bir ortamda, gündelik hayat da giderek artan tansiyon ve hatta şiddetle şekilleniyor. Git gide otoriterleşmiş olan iktidarın yarattığı siyasi gerginliğin de etkisiyle, kronik bir tedirginlik duygusu, ülkeye, şehre, atmosfere, ruhumuza yerleşmiş durumda. Gezi olaylarından, Soma maden kazasına, Diyarbakır, Suruç, Ankara patlamalarına, ölüleri kıyılara vuran Suriyeli mültecilerden, Güneydoğu’daki çatışmalara ve tekrarlanan genel seçimlere, kısa bir süre içinde hayatın akışını derinden etkileyecek büyüklükte pek çok olayı adeta soluk soluğa takip eder durumdayız. Yerel bağlamda yaşanan bu hal, Türkiye’nin de dahil olduğu küresel bağlam içinde daha büyük ekonomik, siyasi ve iktidar ilişkileri yumağının içinde şekilleniyor. Özlem Günyol ve Mustafa Kunt, tam da bu sürekli değişen olay ve duygu hallerinden yola çıkarak isimlendirdiği sergilerinde, bu güvensizlik ya da tedirginlik anlarındansa hem yerel hem de uluslararası alanda yaşanan direniş anlarına, kolektif deneyimlere dikkat çekiyor. 

an-be-an sergisi, gündemdeki pek çok konunun temelini teşkil eden bir kavramı öne çıkaran Hak (2015) işini merkeze alarak kurgulanmış. Anayasanın temelinin bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alma gerekliliği olması fikrinden hareket eden bu yapıt, Türkiye Cumhuriyeti anayasasında bulunan 36 adet “hak” kelimesinin grafik olarak üst üste getirilmesiyle oluşturulmuş. Böylelikle yapıt tüm anayasa metnini sergi mekanına taşırken, üst üste bindirme yoluyla “hak” kelimesini öne çıkararak metnin kalanını, kelimelerin çarpışmasıyla oluşan siyah hatlar nedeniyle neredeyse sansürlenmiş hissi yaratacak şekilde geri plana itiyor. Devlet-vatandaş, iktidar-birey ilişkisindeki temel mesele böylece serginin ana eksenini belirleyerek diğer yapıtlar arasında bir bağ kuruyor. 

Günyol ve Kunt, Türkiye’deki ilk kişisel sergileri olan bu sergide, önceden beri üzerlerine kafa yormakta oldukları konulara Türkiye’nin içinde bulunduğu politik karmaşa içinde daha yerel okumalara izin verecek şekilde dikkat çekmeye devam ediyor. Sanatçılar, sergide sunulan beşi yeni üretilmiş yedi işle, önceki pek çok işlerinde uyguladıkları kavramsal yaklaşımı sürdürüyor. Dili kullanarak, gündelik haberler, medya ve internetten yayılan görüntü ve seslerden alıntılar yaparak, onları yorumlayıp değiştirmektense bulundukları ortamdan soyutlamak ve formlara dönüştürmek yoluyla çeşitli durum ve meselelere dikkat çekiyorlar. Günyol ve Kunt’un biçimsel, sessel ya da kavramsal bir öze indirgeyerek yeniden sundukları konular aracılıyla, her gün karşılaştığımız gündelik bilgiler, duyduğumuz haberler daha büyük bir sistemin parçası olarak karşımıza çıkıyor.

“Hak” kelimesinde olduğu gibi bir şeyi, durumu ya da olguyu alıp daha da görünür kılarak vurgulamak, Günyol ve Kunt’un sıkça başvurduğu bir strateji. Örneğin, serginin genel fikrini öne çıkaran bir diğer iş olarak Öz-Savunma (2015), Gezi direnişi sırasında protestocuların toplu halde çıkardığı sesi görselleştiriyor. Protestolar sırasında kaydedilmiş yaklaşık on saniyelik bir ses dosyasını büyüterek, 330 metrelik bir jiletli tel haline getirdikleri bu işte, ses dalgaları görsel formlara bürünerek yay teli üzerine yerleştirilmiş çelik levhalar halinde telin jiletvari çıkıntılarını oluşturuyor. Ses kaydının internetten alınmış buluntu bir dosya olması, Gezi protestolarının yayılmasındaki anonimliği vurgularken, jiletli telin tek parça halinde üretilerek hiçbiri birbirine benzemeyen ses dalgalarını bir bütün halinde sunması, Gezi sürecinde öne çıkan, farklılıklar içinde kolektif bir var oluş halini hatırlatıyor. Jiletli telin korunma amaçlı kullanımından yola çıkan sanatçılar, direnişçilerin bir araya gelme yoluyla iktidara karşı oluşturdukları benzer bir korunaklı alanı görselleştiriyor. Direnişin bir kazancı olarak Gezi Park’ının varlığını hâlâ park olarak sürdürüyor olması bunun bir sonucu sayılabilir. İşin sergideki yerleştirmesi de direnişteki beraberlik hissini yansıtacak şekilde, hem farklılıkları içeren hem de kendine bütünlüklü bir alan yaratmış bir kalabalık fikrini uyandırmayı hedefliyor.         

Sergide bulunan işlerden Sahnede (2010) ve Havai Fişekler (2015) de benzer şekilde direniş ve protestolardaki anların ve eylemlerin görselliğine dikkat çekiyor. Her yapıtlarında ele aldıkları konuya uygun form ve ifade aracını bulmak için çaba gösteren Günyol ve Kunt, bu işlerin her ikisini de video olarak sunuyor. Birincisi, sanatçıların bir dansçıyla birlikte ürettikleri performatif bir çalışma. Çeşitli protesto gösterilerinde çekilmiş fotoğraflardan yola çıkarak üretilmiş bu kısa filmde, dansçı, hareketleri protestocuların gösteri anlarında girdikleri pozları yakaladığı anlarda birkaç saniyelik sürelerle hareketsiz kalıyor. Böylelikle bu video, medyanın öne çıkardığı anları bağlamından kopararak, protesto eylemlerinin bedensel boyutunu, medya dilinin dışına çıkarak daha da görünür kılıyor. Bu çalışma, Gezi direnişi sırasında biber gazına maruz kalan kırmızılı kadın gibi, medyada çıkan fotoğraflar aracılığıyla ikonlaşmış figürleri hatırlatırken, aynı zamanda bir önceki işin aksine bireysellik ve kolektiflik arasında kalan bir bedensel var oluşu öne çıkarıyor.

Havai Fişekler ise protesto gösterilerinde polisin gösteriyi bastırmaya yönelik girişimlerine karşı son dönemde yaygın şekilde kullanılmaya başlanan havai fişeklerden yola çıkarak, yine internetten bulunmuş protesto görüntülerinden yararlanıyor. Havai fişeklerin dijital yöntemlerle etraflarından yalıtılarak yeniden film olarak sunulmasından ibaret olan bu çalışma, bu kez hem görselliği hem de sesi bir arada kullanan bir alan koruma stratejisine dikkat çekiyor. Çoğunlukla kutlama amaçlı kullanılan havai fişekler, gösteri kültüründe polisi geride tutan bir tür savunma aracına dönüşüyor. Günyol ve Kunt’un havai fişekleri gösteri ortamlarından ayırarak sunması, onları orijinal işlevlerini anımsatacak şekilde dönüştürüyor. Gezi protestolarında birlik ve beraberliğin öne çıktığı zamanlar yoğun olarak yaşanan kutlama havasını da anımsatan bir dönüşüm bu. Filmdeki havai fişek patlama seslerinin galerinin geri kalanına da yayılmasıyla, havai fişeklerin anlamındaki bu ikilik bir bakıma sergideki diğer işlerde ele alınan direniş, hak, savunma gibi konuların benzer bir ikilikle ilişkili görülebilmesini sağlıyor. Örneğin jiletli tel, yapısı ve dokusu nedeniyle fiziksel acı ve şiddeti de algılatabilirken, farklılıkları bir arada tutan bütünsel kurgulamasıyla kendi yarattığı şiddettense iktidar şiddetine karşı bir duruşu simgeliyor.   

Sergideki diğer işler ise direniş ve protesto hareketlerinin karşısına uluslararası bağlamdaki siyasal ve ekonomik iktidar odaklarını çıkarıyor. Böylelikle sergi, sadece Türkiye’nin çalkantılı politik gündemiyle ilişkili okunabilecek bir sergi olmaktan çıkıp yerel konuların küresel bir çerçevede değerlendirilebileceği bir alana taşınıyor. Örneğin, antik vazo biçimindeki Mit (2013) adlı yapıt, Yunan mitolojisindeki Europa hikayesinden yola çıkarak, Tanrı Zeus’un boğa şekline bürünerek Europa’yı kaçırmasını, son yıllarda ortaya çıkan Occupy (İşgal) hareketlerinin direniş gösterdiği kapitalist iktidar mekanizmalarına bağlıyor. 2000 yıllık bir antik Yunan vazosunda temsil edilen Europa figürünün Avrupa Merkez Bankası tarafından 5 Avro’luk banknotlar üzerine taşınarak kullanıma sokulmasını Europa’nın yeniden kaçırılması olarak niteleyen sanatçılar, bu yapıtta Zeus figürüne dikkat çekerek, Avrupa Merkez Bankası’nın dahil olduğu mali piyasalara, küresel kapitalizmin egemenliğine dikkat çekiyor. Bu yeni hikayede, Zeus’u temsil eden boğa figürü artık kapitalizmin simgesidir ve New York’ta Wall Street’teki boğa heykeliyle özdeşleşir. Bu noktada, sergideki diğer işlerin ele aldığı direniş artık küresel kapitalizme karşı bir direnişin parçası olur. 2011’de Occupy Wall Street ile dikkat çeken ve pek çok şehir ve ülkeye yayılan işgal hareketleri, büyük şirketler ve küresel finans sisteminin dünyadaki hakimiyetine ve yarattığı eşitsizliğe karşı bir küresel adalet talebinin yansımasıydı. Mit işinde Günyol ve Kunt, Occupy Wall Street hareketine ait bir posterdeki iplerle hizaya alınmaya çalışılan kızgın boğa imgesini antik Yunan vazosu formundaki bir vazo üzerine yerleştirerek günümüzün mitini kurguluyor ve vazoyu Vendetta maskeleriyle süsleyerek küresel kapitalizme karşı anonim halk hareketini koyuyor. Böylece Avrupa Merkez Bankası’nın temsil ettiği pan-Avrupa fikrini antik Yunan’a bağlayan Europa miti, vazo üzerinde daha büyük bir ekonomik ve politik kavganın parçası oluyor.

İşgal hareketinin “yüzde 99 bizleriz” sloganıyla vurguladığı servet dağılımındaki eşitsizlik, sergideki Portre (2015) işiyle taraflardan diğerine dikkat çekerek ele alınıyor. Forbes dergisinin 2015 yılı için yaptığı Dünyanın Milyarderleri listesinde yer alan en zengin 100 kişinin fotoğraflarının üst üste basılmasıyla oluşan bu portre, tıpkı protestocuların anonimliği gibi bu yüz kişinin bileşimiyle oluşan anonim bir karakterin resmini sunuyor. Üst üste bindirilen fotoğrafların iç içe geçmesiyle oluşan görüntüde hiçbir kişi ayrı ayrı seçilemezken, tüm kişilerin hayalet imgesi ortak bir robot resimde birleşiyor. Çoğunlukla pasaport ve vize işlemleri için kullanılan biyometrik vesikalık formatının oranlarında üretilmiş olan fotoğraf, resmî bir görsel estetiği taklit etmek yoluyla bu yüz kişinin bireyselliklerini kaybederek birer istatistik figürüne dönüşmesini görselleştirmiş oluyor. Böylece aynı zamanda zenginlik, mali piyasalar ve kapitalist düzenin dengeleri devletlerin resmî ideolojisine de bağlanıyor. Inkjet baskı ile üretilmiş fotoğrafta ancak belli bir mesafeden bakıldığında bir insan figürünün belirginleşmesi, portreyi oluşturan karakterlerle geri kalan yüzde 99’u temsil edenler arasındaki mesafeyi hissettirirken, listenin dünya çapında olması ve farklı ülkeler ve milletten milyarderleri kapsaması bu mesafenin küresel boyutunu da ortaya koyuyor.

Sergideki diğer iş Kurucu Çizgiler (2015) ise benzer bir üst üste bindirme işlemi yoluyla ulusal bayrakları birbirinden ayırt edilemeyen geometrik çizgiler haline getiriyor. Yalnızca bayraklardaki temel tasarım çizgilerini kullanan çalışma, bayrakları bir ulusla ilişkilendirilebilecek renk ve sembollerden arıtılmış ortak bir geometrik form ve çizgisel bir dille bir araya getiriyor. Böylece bayraklar, simgesel işlevlerini yitirerek üst üste gelen çizgilerin çoğulluğunda kaybolmaktadır. Diğer işlerde vurgulanan göstericilerin kolektif varoluşu, ulusal kurguların ötesinde, sınırların birbirine karıştığı küresel bir dünyayla karşı karşıyadır. Günyol ve Kunt, direniş eylemlerinin ortak dilini iktidar mekanizmalarının sembolleriyle ilişkilendirerek, önceden beri sorguladıkları, sınırlar, devletler, küreselleşme, aidiyet gibi konulardaki araştırmalarını bugünün istikrarsız, tedirgin ortamına taşımaktadır.